BİR ANNEYE SESLENİŞ...
Nasıl ve nereden başlamalıyım? İçimde coşan duyguları, kırgınlıkları, sıkıntıları en önemlisi de bir anneye olan sevgiyi ve özlemi, nasıl anlatmaya başlamalıyım? Daha dün değil miydi? Beni okula bıraktığın gün, eteğine yapışıp “ne olur anne, beni bırakma!” diye ağlamıştım.
İçimden geçen korkuları, terk edilmişlik duygusunu ve yalnızlığımı anlamamıştın bile...Oysa ben o günü ve diğer günleri hiç unutmadım. Sana ihtiyaç duyduğum anda yanımda yoktun, bana “nedenler” sıralıyordun bir dizi. Kim dinliyordu ki onları; yüreği sıkışan ve sadece seni isteyen o çocuk seni duymuyordu bile. Sonra anladım ki okul güzelmiş, ikinci annede öğretmenmiş. Ben yapmalıymışım bütün bu resimleri, boyamaları, faaliyetleri yorulmadan, bıkmadan…
Kolay olmadı şu sorumluluk denen şeyi öğrenmek. Artık alışmaya başladım kendi işimi kendim yapmaya, kendi yemeğimi yiyip kendi yatağımda yatmaya. Anne farkında mısın bilmem bugünlerde çok şişmanladın. Sana bir şeyler oluyor ama ben anlayamıyorum. Daha çok dinleniyor, uyuyor ama benimle daha az oynuyorsun…Son günlerde bana bir şeyler anlatmaya çalışıyorsun. Yeni bir bebek, küçük bir kardeş, bir oyun arkadaşı, küçük bir misafir... Yoksa!!!
Hatırlıyor musun o günü, bir gün kucağında ağlayan bir bebekle gelmiştin evimize, “küçük misafirimiz geldi” diye seslenmiştin. Demek ki kardeş buydu...
İşte yine içimde fırtınalar kopuyor, okula başladığım o ilk gün gibi. Zor geliyor, ağlamak, anlatmak, ya da anlatamamak…Sen benim annemsin, o kucak hep benim, benim olmalı ve ben koşmalıyım ancak açılan kollarına...
Okuldan heyecanla dönüyorum ama o kucak hep dolu artık ,beni saran sıcak kollarına “O” var diye koşamıyorum. Ciyak ciyak ağlayan bu bebek kardeşmiş, o küçük bir misafirmiş, kendine bakamazmış, BAK ANNE “ben de kendime bakamıyorum, çorabımı giyemiyor, banyomu yapamıyor, sensiz de yatamıyorum”… O geldi diye evde her şey değişti, sen değiştin, babam değişti hatta anneannem bile. Artık babam bana eskisi gibi 'PRENSESİM' diye seslenmiyor, yatarken masal okumuyor, bütün gülücükler hep ona...
Ne zor şeymiş bir anneyi kaybetmek...Anlatacaklarını “sonra anlatırsın” diye ertelemek. Kırılan oyuncağın acısını, yırtılan defterin üzüntüsünü tek başına taşımak ne zor…Ne yapmalıyım anne, eskisi gibi olman ,eskisi gibi sevip sarman ve sadece benim olman için? Onun gibi emekleyip, onun gibi mi konuşmalıyım?
SÖYLE, NE YAPMALIYIM KAYBETTİKLERİMİ GERİ KAZANMAK İÇİN?...
KARDEŞİM Mİ OLUYOR?
Yıllar önce okula başlayışını ve kardeşinin doğumunu, kendi küçük dünyasında nasıl algıladığını bana kendi duyguları ile anlatmaya çalışan kızımın duygularından esinlenerek yazdığım bu satırları paylaşarak başlamak istedim. Okula başlamak ya da kardeşin doğumu bir çocuğun dünyasında nasıl yaşanır, neler hisseder, ne tür duygu dalgalanmalarına yol açar??? Bu soruların cevabını onların penceresinden olaylara baktığımızda daha kolay verebiliriz.
Çocuklarımız, bu dünyadaki en değerli varlıklarımız…Hayatımıza girdikleri ilk günden itibaren bizlere tarifi imkansız duygular yaşatırlar. Yıllar geçse de ilk çığlıkları, ilk gülümsemeleri ve yarı peltek söylediği o ilk kelimeler hiç unutulmaz hep hatırlanır. Yaşanılan her an, hem çocuk hem de anne-baba için çok özeldir. Bu durum yıllarca böyle devam edebilir. Ancak toplumsal hayatın ve çocuk gelişiminin doğal bir parçası olarak çocuk-anne-baba üçgeni dediğimiz bu ilişki ağı, annenin işe başlaması, bakıcının çocuğun hayatına girmesi, çocuğun kreş/yuva/okula başlaması veya yeni bir kardeşin gelmesi ile bozulur hem çocuk için hem de aile için yeni bir süreç başlar. Anne-baba için ikinci çocuğun gelişi tatlı bir heyecan uyandırırken, ilk çocuğun dünyasında ise fırtınalar estirebilir.
Bir çocuk dünyaya başta anne-baba genleri olmak üzere doğuştan şifrelenmiş genlerle merhaba der. Doğuştan getirilen mizaç özellikleri çevre ile kurulan etkileşimle , süreç içerisinde şekillenir. Yani doğuştan getirilen özellikler çevre ile kurulan ilişki-etkileşimle şekillenerek çocuğun davranışlarını ve kişiliğinin yapıtaşlarını oluşturur. Özellikle 0-6 yaş okulöncesi dönemde, çocukla kurulan ilişkinin şekli anne-baba tutumları, anne-babanın işbirliği ya da çatışması ve diğer çevresel tüm faktörler çocuğun davranışlarını şekillendirir. Çocuğun günlük hayat içerisinde karşılaştığı zorluklarla baş etmesi, kaçınması, tepkisel davranması veya sıra dışı tepkiler göstermesi o güne özgü bir durum değildir, o güne kadar deneyimlenen yaşantıların bir ürünüdür.
Çocuk dünyasında, ilk evden ayrılma, ilk yuvaya/okula başlama, ilk kardeşin doğumu önemli izler bırakır. Bazen ilk çocuk, ister kardeşinin olmasını, bazen anne-baba bu kararla çıkar çocuğun karşısına. Çocuğun kardeş istemesi, doğumu sonrası onu kıskanmayacağı anlamına gelmez. Nedir kıskançlık, ne kadarı normal, nereden sonrası sorundur?
Kıskançlık; Sevilen kişinin bir başkası ile paylaşılmasına yönelik gösterilen karmaşık /kaotik duygu ağı veya bizde olmadığını, başkasında var olduğunu düşünerek ,olmayana karşı duyulan özlem, istek, sahip olma arzusudur diyebiliriz.
Yeni bir bebeğin doğumu hem anne-baba hem de evdeki diğer çocuk ya da çocuklar için son derece önemlidir. Kendisi küçük ancak ,tüm ailenin hayatında meydana getirdiği değişikliklere bakıldığında ise son derece büyük ve önemlidir, bebeğin gelişi. Hatta daha doğmadan tüm ailenin ilişkisini, işleyişini ve işlevselliğini etkilemeye başlamıştır bile. Doğumu itibariyle ise, küçük bebek doğal olarak bütün ailenin ilgi odağı olur, bakımı, beslenmesi , uyutulması gibi ihtiyaçlarının karşılanması açısından ise özellikle annenin önemli bir zamanını alır. Anne bir taraftan bebeğin gelişi ile değişen hayatına adapte olmaya, düzen kurmaya çalışırken diğer taraftan da davranışları farklılaşan diğer çocuğuyla ilgilenmek zorunda kalır. İşte tam bu süreçte baba aile içerisinde kilit rol oynar.
Aile içi ilişkilerde anne-babanın çocuğa karşı tutarlı davranışları, rol paylaşımları ve işbirliği içindeki yaklaşımları çocuğun birçok sorununu aşmasında önemli bir referans sağladığı gibi, yeni kardeşin doğumu ile ilgili sürecin aşılmasında da çocuğa destek olacaktır. Her olayda olduğu gibi kardeşi kabullenme süreci çocuktan çocuğa göre değişir. Bunu etkileyen birçok faktör olmakla birlikte, iki çocuğun yaş aralığının yakın olması(3 yaştan az) ,ilk çocukla kurulan (anne-baba-çocuk üçgenindeki) ilişkinin çok yoğun olması, çocuğun sosyal ortama tam geçemeyişi yani onu duygusal anlamda besleyecek sosyal ilişkilere geçmemiş olması ve doğumla birlikte A/B’nin gösterdiği ciddi tutum farklılıkları çocuğun kardeşine olan uyumunu zorlaştırır.
Çocuğu anlamak için içinde yaşadığı süreçlere ve nasıl bir çocukluk yaşadığına bakmak gerekir. İnsan içinde yaşadığı çevresel koşullardan etkilenir ve bu etkilenme onun davranışlarına da bir şekilde yansır. 1980 lerde çocuk olmakla,2010 lu, 2020'li yıllarda çocuk olmak elbette ki farklıdır. Günümüz çağı çocuklarının önemli bir kısmı daha çok şeye sahip olarak, yüksek doyum alıp, haz odaklı, ben merkezli yaşama arzusu içindeler. Öncelikleri hep kendi arzuların doyurulması, ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik. Elbette ki erken çocukluk yılları için bu arzular bir noktaya kadar olağan karşılanabilir. Ancak bu algının süreç içerisinde, çocuğun sosyal hayata katılımıyla ve akran ilişkisi içerisinde törpülenerek başkasının ihtiyaçlarını görme, anlama ve empati yeteneğine dönüşmesi beklenir. İster çocuğun yapısal özellikleri isterse ebeveyn tutumu ve çevresel faktörler bazı çocuklarda bu sürecin sağlıklı işlemesini engeller. Çocuk her zaman, her yerde merkezde olmayı, kazanmayı ve yüksek doyum elde ederek lider kalmayı ister. Bu çocuklar ister anne-babanın gözünde isterse okulda ikinci konumda olmayı ,oyunlarda kaybetme duygusuyla baş edemezler, bu o güne kadar hep bir olmanın , biricik, merkezde olmanın sonucudur.
İşte bu tür özellikleri taşıyan çocuklar yeni bir kardeşin doğumuyla ilgideki hafif farklılaşmayı, anne-babanın kendi dışındaki başka bir çocukla ilgilenmesini, isteklerinin bir süre de olsa ertelenmesi vb. durumları tolere etmekte zorlanırlar ve kendisini tahtından eden bebeğe karşı tepkisel duygular geliştirebilirler. Bebeğin doğumu ile ilk çocuğun hayatında ne kadar çok değişim yaşanırsa (odasını ayırmak, okula o dönemde başlatmak vs.) bu durum çocuk tarafından kardeşine bağlanarak kıskançlık duyguları daha çok tetiklenebilir.
Anne-babanın ikinci bir çocuğa sahip olma arzusu elbette ki son derece normal ve olağan bir durumdur.
Kardeşin doğumu ilk çocuk için bazen küçük reaksiyonlara yol açsa da aslında onun sosyalleşmesini, paylaşmasını, işbirliğine girmesini ve bir çok duygusal gelişimine hizmet eden bir işlev de görür. İlk çocuğun kardeşine gösterebileceği tepkilerin yoğunluğu ve derecesinin bir kısmı çocuğun yapısal/mizaç özelliklerine bağlı olarak bir kısmı ise anne-baba davranışlarından kaynaklanabilir. Burada önemli olan anne-babanın çocuğun olası duygularını anlayarak çözüm üretmesi ve çocuğu yeni kardeşin gelişine hazırlamalarıdır.
İlk çocuk kardeşe nasıl hazırlanmalı?
Öncelikle bebek doğmadan önce, çocuğa kardeşinin olacağı anne-baba tarafından söylenmelidir. Bu durum ne aşırı abartılmalı ne de önemsizleştirilmedir.
Çocuğun kendi ihtiyaçlarını karşılama davranışları desteklenmeli (yemek, yeme, yatma vs.), başarma duygusunu deneyimlemesine izin verilmelidir.
İlk çocuk anne-baba odasında veya yatağında yatıyorsa, bu durum bebek öncesi çözüme kavuşturulmalıdır.
Çocuk okul öncesi eğitime başlatılacaksa bu durum da kardeş doğumundan önce yapılmalı, hem çocuğun ilk okula geçiş sürecindeki zorluklarla daha kolay baş edebilmesi için hem de kardeşin doğumu ile eş zamanlı evden çıkarılıyormuş duygusunu önlemek adına yapılmalıdır.
Doğum sonrası süreçte anne-baba olarak her iki çocuğa da gereken ilgi ve yakınlık gösterilmelidir. Çocuğu aşırı yücelten, bebeği inciten, küçülten (o çok çirkin, çok yaramaz vs.) ,sözde sevgi gösterilerinden kaçınılmalıdır.
Çocuk bazen kardeşi kendisine bir oyun arkadaşı gelsin diye ister, bebeğin doğar doğmaz onunla oynayamayacağı, büyümesi gerektiği anlatılmalıdır.
Bebeğin bakım ve ihtiyaçları giderilirken çocuğun bu sürece dahil edilmesi, yardımının alınması da kardeşin kabulünü kolaylaştıracaktır.
Anne ,bebekle ilgilenirken babanın çocukla vakit geçirmesi ,daha sonra ise baba, bebekle ilgilenirken annenin mutlaka çocukla vakit geçirmesi gerekir. Bazen aileler, tek ebeveyn çocukla, diğeri ise bebekle vakit geçirerek çocukları paylaşma yanılgısına düşebiliyorlar. Oysa her iki çocuğun da hem anneye, hem de babaya ihtiyacı vardır ve birlikte vakit geçirmelidirler.
Bebeğin doğumu ile birlikte bazı aileler çocuğa konulan sınırları, kuralları kaldırmakta , sözüm ona çocuğa rahat bir ortam sunduklarını düşünmektedirler. Oysa bebek öncesi ev içi işleyiş, düzen nasılsa bebek sonrası da olabildiğince bu durum devam ettirilmeli, çocuğun küçük dirençleri anne-baba işbirliği ile çözülmelidir. Örneğin kardeş doğmadan yemeğini yiyebilen, kendi odasında yatabilen çocuk kardeşin doğumu ile anne-baba yatağına dönmek isteyebilir, zaten hassas olan anne-baba da çocuğun kendi yataklarına gelmesine göz yumarak çocuğun kazandığı bazı davranışlarının gerilemesine neden olabilirler. Böyle bir durumda anne ya da baba çocukla birlikte odasına giderek ,masal okuyup, yanında kalarak bu sorunun üstesinden gelebileceğini çocuğa göstermelidirler.
Bazen de anne-babalar bebeğin doğumundan kendilerini o kadar sorumlu ve suçlu hissederler ki ilk çocuğu gereğinden fazla hediyeye boğmaya ,her istediğini yapmaya ve aşırı şımartmaya kadar bir çok davranışı sergileyebilirler. Anne-baba olarak böyle bir duyguya kapılmamaya özen gösterilmelidir. Çünkü kardeşin doğumu ve varlığı diğer çocuk için doğal olması gereken bir durumdur hatta onu geliştiren ,hayata hazırlanmasına katkı sunan da bir sonuçtur.
Anne-baba ve yakın çevre olabildiğince doğal davrandığında, çocuğun ihtiyaçları fark edilip karşılandığında bu durum küçük sarsıntıların fırtınaya dönüşmeden atlatılması gibi atlatılabilecektir.
Anne-babanın bütün çabalarına rağmen bazen süreç sağlıklı bir şekilde atlatılamaz. Ve çocukta mutsuzluk, düşük enerji/aşırı hareketlilik oyunda isteksizlik, alt ıslatma, tırnak yeme, mastürbasyon, uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, aşırı öfke, hırçınlık, vurma, arkadaşlarına zarar verme, tutturma davranışı ve kardeşe yönelik şiddet gibi davranışlar gözlenebilir böyle bir durumda mutlaka profesyonel destek alınmalıdır.
Anne-baba olarak çocuğun kardeşine yönelik küçük duygu dalgalanmaları olağan görülmeli, günlük hayattaki uyumunu, moralini ve işlevselliğini sekteye uğratan davranışlar söz konusu olduğunda ise üzerinde durularak çözüme kavuşturulmalıdır. Aşılamayan sorunlar karşısında uzman yardımına başvurulmalıdır.
Atiye KOÇ
Klinik Psikolog
Çocuk & Aile Terapisti
Comentários