Çocuk, çocuklarımız geleceğimizin mimarları, düşlerimizin başrol oyuncuları. Açmaya hazır tomurcuk güllerimiz, çocuklarımız…Biz yetişkinler sizler için ne kadar güvenli yarınlar oluşturuyor, ne kadar özgür bir dünya hazırlıyoruz??? Her anne babanın sorması gereken bir sorudur bu.
Bilgi çağı olarak tanımlanan 21 yüzyıl insanı bir yandan teknolojinin getirdiği sayısız yeniliklerden faydalanırken bir yandan da bu yeniliklerin getirdiği sosyal problemlerle baş etmek ve kendini kontrol etmek zorundadır. İradi kontrolümüzü sınırlayan, yoksunluğuna dayanamadığımız her şey bağımlılığa giden süreçte kilometre taşlarıdır. Bir şeylere bağlandığımızda, özgürlüğümüz azalmış demektir, hele hele bağlılık bağımlılığa dönüşmüşse artık özgür değilizdir. İnsan bir çok şeyin bağımlısı olabilir ,neye bağımlı olduğumuz kadar ne kadar bağımlı olduğumuz da önemli. Bugün birçok kişi öyle ya da böyle bir şeylerin esiri olduğunu, söyleyip durmaktadır. “Bu akşam dizim var kimseye gidemem” diyen anneler, internet başında saatlerini harcayan babalar, yemek yerken bile telefonla mesajlaşan ergenler ne kadar özgürler? Daha düne kadar adını bile bilmediğimiz teknolojik aletler , hayatımızı sarıp sarmalamış durumda. Bizler iradi kontrol sahibi, kişiliği oturmuş yetişkin bireyler olarak sergilediğimiz davranışlarımızla aslında ne kadar bağımlı olduğumuzu, sınır koyamadığımızı ,o diziyi kaçırmanın bizi mutsuz ettiği mesajını vermiyor muyuz ? Bir şeylerin yoksunluğu ile baş edemediğimizi dile getirmiyor muyuz? Böyle davranarak sözle söylemediğimizi davranışlarımızla onaylayıp pekiştirmiyor muyuz?
Vaktimiz olmadığı için kucağımıza alıp sevemediğimiz çocuklarımıza pahalı elektronik oyuncaklar alarak kendimizi rahatlatırken aynı zamanda sanal dünyanın kucağına biz atmıyor muyuz? Daha rahat, daha gelişmiş ve daha özgür yarınlarda yaşamakken hedefimiz bir taraftan da ördüğümüz ağların içine hapsetmiyor muyuz kendimizi ??? Gerçekten ne kadar özgürüz şu teknoloji çağında ya da ne kadar bağımlıyız? Ya çocuklarımız ne kadar özgür, ne kadar doyasıya yaşıyorlar çocukluklarını?
Sevgili anne babalar; çocuk gelişiminde 0-6 yaş çok önemlidir. Bu yıllar ne kadar karşılıklı iletişim ve sosyal etkileşimle geçirilirse çocuk doğuştan getirdiği mizaç özelliklerini(bu ilişki çerçevesinde) geliştirerek topluma sağlıklı bir birey olarak katılır. Daha düne kadar bireylerin sosyalleşmesinde en büyük rol anne, baba, dede, nine, okul ve arkadaşlara aitti. Yüzyılımızın modern toplumlarında ise bu rolü büyük ölçüde kitle iletişim araçları, özellikle de televizyon ,sinema, bilgisayar, internet, cep telefonları ve sosyal paylaşım siteleri almış durumda. Bugün hepimizi kuşatan medya iletişim araçları çocuklarımızın dünyasına da çoktan kontrolsüzce girmiş ve hayatlarının vazgeçilmezleri olarak baş köşeye oturmuşlar bile.
Elbette ki her teknolojik gelişme sayısız yararlar sunar hayatımıza ancak burada kontrolü elimizde tutmak, onların esiri olmamak önemlidir. Medya iletişim araçlarının yetişkinler ve çocuklar üzerindeki etkileri farklı düzeydedir. Çocuk gelişen ve değişen bir varlıktır ve her yaş dönemi kendine özgü gelişimsel süreçler içerir. Bu süreçlerin sağlıklı atlatılamaması daha sonraki gelişim süreçlerini de olumsuz etkiler. Örneğin 0-1 yaş döneminde bebeğin anne ile kurduğu temas, dokunma, anne sıcaklığını hissetmesi, ağladığında annesi tarafından sakinleştirmeye yönelik çabalar ve benzeri duyusal ihtiyaçlarının karşılanması “bebekte ben değerliyim, önemliyim” duygusunu pekiştirir ki bu “özgüvenin” temelidir. Bunun yerine sakinleşsin diye saatlerce ekran karşısında görsel uyaranlara maruz bırakılan bebek ,yoğun olarak gelen bu uyarıcılar karşısında susar ancak tüm bu olumlu alışverişten de mahrum kalır. Anneyi görmediği ,duyusal ihtiyaçları giderilmediği için ağlayan bebek, bir kısır döngünün içine itilir ve susması için daha çok ekran karşısına oturtulur. Oysa bu bebeğin ihtiyacı olan şey televizyon değil anne kucağıdır.
Çocuk 2-3 yaşına geldiğinde en önemli ihtiyacı sosyal etkileşim ve iletişimdir. Bu dönem aynı zamanda anneden ayrılarak bağımsız hareketin (yürüme) , konuşmaya geçişin yaşandığı ve taklit yoluyla bir takım becerilerin kazanıldığı dönemdir. 0-3 yaş döneminde televizyon karşısında fazla vakit geçiren çocukların, sosyal-duygusal uyumlarının yetersiz olduğu, akranlarıyla sağlıklı ilişki kurma ve sürdürme zorlukları yaşadıkları araştırmalarla ortaya konulmuş gerçeklerdir.
4- 7 yaş aralığındaki çocuklar için ise televizyon ve bilgisayar oyunları somut-soyut ayrımını zorlaştıran, sosyal gelişimi engelleyici bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Parkta oyun oynamak, bahçede arkadaşlarıyla vakit geçirmek yerine çocuk bilgisayar ya da televizyon karşısında olmayı tercih edebilmektedir. Çünkü burada kontrol kendisindedir, rekabet yoktur, oyuna kuralları çerçevesinde kendisi yön vermektedir. Sanal dünyadaki bu liderlik çocuğun çok hoşuna gider ve arkadaşlarıyla mücadele etmektense, bilgisayar başında oyunun “ kralı” olmayı tercih eder. Soyutlama becerisini gelişimsel olarak tam kazanamamış bu yaş çocuğu televizyonda izlediği film karelerini gerçek sanıp kolaylıkla kendi hayatına uygulama riski ile karşı karşıyadır. Ekranda izlediği “ kahraman” defalarca şiddete maruz kalmasına, yüksekten düşmesine rağmen bir süre sonra tekrar canlandığında çocuk onun ölümsüzlüğüne ya da olağanüstü güçlerine inanır ve aynı şeyleri kardeşine , arkadaşına, oyuncağına uyguladığında da aynı sonuca varacağını düşünür. Bazen da kanat takıp uçan film kahramanını gören çocuk , kendisinin de çarşaftan kanat takarak uçabileceğini düşünür ve “uçma” denemeleri yapabilir. Yine bilgisayar oyunları ve televizyon ekranındaki abartılı figürler bu yaş döneminde yaşanması muhtemel korkuların kalıcı hale gelmesine neden olabilir. Tüm bunlar da çocuğun düşlerini, oyunlarını, uykularını hatta hayatını olumsuz etkileyebilir.
Çocuk okul çağına geldiğinde ise televizyon filmleri, bilgisayar oyunları, ders çalışma motivasyonunu ve dikkatini olumsuz etkileyen bir obje olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 yaşına kadar çocuğa, televizyon izleme, bilgisayar oynama, yatma-kalkma saati gibi bir takım davranışlar kazandırılmamış, temel becerilere yönelik kurallar oturtulmamışsa okulla gelen sorumluklar ve beklentiler hem çocuğun hem da ailenin hayatını daha da zorlaştırır. Çünkü bu yeni süreçte hem bu araçlara sınır konulması hem de yeni sorumluluklar kazandırılması gerekmektedir. Ebeveynlerle yaptığımız birçok görüşme ve seminer çalışmalarında televizyon ve bilgisayarı kapatarak çocuğu ders çalışamaya yönlendirmekte çok zorlandıklarını dile getirmektedirler. Televizyon , bilgisayar veya diğer elektronik araçlar çocuğa “haz odaklı” bir hayat sunar, okul ve dersler ise çocuğu sorumluluklarıyla yüzleştirerek çalışma disiplinini oturtmayı ve bu yolla da hayata hazırlamayı hedefler. İşte o güne kadar istekleri sınırlanmayan, bütüncül gelişimi desteklenmeyen, haz odaklı, görsel uyaranlarla doyurulan çocuklar okul ortamına adapte olmakta ve işitsel uyaranlarla öğrenmeyi gerçekleştirmekte zorlanırlar. Görselliğin baskın olarak vurgulanması bazı çocuklarda dikkat dağınıklığı, hareketlilik ve dürtüsellik (oto kontrol azlığı) gibi davranışsal tepkilere neden olmakta bu durum da kitap okuma, ders çalışma gibi faaliyetlerden daha erken kopmasına yol açmaktadır.
Çocuk ergenlik çağına geldiğinde ise medya iletişim araçlarının,(daha çok bilgisayar ve televizyonun) ergenin zamanın büyük bölümünü aldığını görüyoruz. Öyle ki ergen sosyal ortama girerek sosyalleşmek yerine ekran önünde olmayı ve sanal rol modelleri ile özdeşleşmeyi seçebilmektedir. Ergenlik çağındaki genç gelişimi gereği bir birey olma sürecini yaşamakta ve kendi kimliğini diğer bireylerle ilişki kurarak oluşturmaktadır. Bu süreçte sahip olduğu enerjiyi nasıl ve ne şekilde kullandığı çok önemlidir. Beklenen, ergenin , sosyal ortam içinde, akran ilişkileri kurarak , sosyal-sportif faaliyetlerle sağlıklı bir kimlik oluşturma çabasında olmasıdır. Ancak televizyon, bilgisayar ve internet ergenin vaktini fazlaca aldığında ergen hem bu olumlu süreçlerden mahrum kalmakta hem de sanal dünyada deyim yerindeyse kaybolmaktadır. Yaşı gereği merak ettiği bazı bilgilere erkenden sınırsızca ulaştığında sağlıklı “benlik ideali” oluşturmaktan uzaklaşarak, okuldan kopmakta hatta saldırganlık ve sapkınlık gibi istenmeyen durumlarla karşılaşmaktadır. En önemlisi de ergen hayatının baharında sağlıklı idealler oluşturarak ,geleceğine şekil vereceği yıllarını sanal dünyanın yanılsamaları arasında kaybetmektedir.
Biz yetişkinler teknolojinin geldiği son noktayı gördüğümüzde günümüz çağı çocuklarının çok şanslı olduklarını düşünebiliriz. Bir “tıkla” istedikleri bir çok şeye ulaşabildiklerini ,daha az çaba ile daha çok şeye sahip olduklarını söyleyebiliriz. Ama aynı zamanda çok şanssız olduklarını da görmeliyiz. Günümüzde kaç çocuk doğanın kucağında, çimenlere basmanın keyfini, ağaca tırmanın zevkini biliyor? Çünkü artık açık havada top oynamanın, ip atlamanın, kaydırakta kaymanın, tahterevalli de oynamanın yerini , elektronik aletler, sanal oyunlar almış durumda. Çocuklarımız içinde koşup oynayamadıkları bir dünyadan sanal dünyalara yelken açıyorlar, ekran arkasında kokusunu almadıkları çiçekleri suluyorlar, kendi el emekleriyle yaptıkları arabaları yarıştırmak yerine tuşları yarıştırıyorlar ve sadece görsel yetileri uyarılıyor, geliştiriliyor, işitsel yönleri, duygusal özellikleri hep körpe kalıyor ve tüm bunları yaparken de hep yalnızlar, ya odalarında ya internet kafedeki kafeslerinde yalnızlar…
Peki ne yapmalı?
“Azı karar, çoğu zarar demiş atalarımız", her şeyde olduğu gibi medya iletişim araçlarıyla kurduğumuz ve çocuklarımızın kuracağı ilişkide de bir denge olmalı. Öncelikle bizler yetişkin olarak kendi bağımlılıklarımızı gözden geçirmeli neye ne kadar zaman ayırdığımızın bilincinde olmalı, iradi kontrolü elden bırakmamalıyız. Seyredeceğimiz programları belirleyerek, seçim yapmalı ,izlesek de izlemesek de televizyonu açmak yerine, seçimlerimizle çocuklarımıza örnek teşkil etmeliyiz. 10 yaş altı çocuklarımızla ortak izleyeceğimiz filmleri belirlemeli, sonrasında karşılıklı bilgi alışverişinde bulunabilmeliyiz. Evimizdeki bir objenin bizi kontrol etmesine izin vermeden (TV, bilgisayar, cep telefonu…) düğmesine basarak ihtiyaç dahilinde kullanabileceğimizi göstermeliyiz.
Gerek kendimiz gerekse çocuklarımız için sanal dünyada sunulan yalan mutluluklar yerine gerçek hayatın içine girerek yaşamayı, mücadele etmeyi, okumayı, öğrenmeyi, spor yapmayı, dost sohbetlerine katılmayı kısacası insanca yaşamayı tercih etmeliyiz.
Atiye KOÇ
Klinik Psikolog
Çocuk & Aile Terapisti
Comments